Gece 00.30’da hareket etti uçağımız.
Gece yolculuğu olduğu için karanlıktan başka bir şey görünmüyordu.
Güzel bir uyku için fırsat deyip uyudum.
Beş buçuk saat sonra uyandığımda gökyüzünde bir kızıllık gördüm.
Pencereden baktığımda aşağıda kuru bir toprak parçası ve kayalıklar gördüm.
Gitmeden önce biraz araştırma yapmıştım.
Aşağıda bir yeşillik görünmemesi normaldi.
İniş için anons yapıldı.
İnerken çevreye baktım biraz. Toprak çatılardan başka bir şey görünmüyordu.
Birkaç yüksek bina ve çöl ortasında bir şehir…
Uçağımız indiğinde karşımızda kocaman bir dağ duruyordu.
Uçak duramasa veya pilot geç kalsa direk dağa çarpacağız.
Bizi VIP salonuna aldılar.
İkinci el spotçularda bile satılmayacak çöpe atılacak bir kaç çekyat, sehpaların üzerinde dolu sigara küllükleri ve boş meyve suyu kutuları ortalıkta dolaşıyordu.
Ortamı gördükten sonra “İyi ki VIP’den almışlar, değilse ne yapardık” diye aklımdan geçirmedim değil.
Bir süre bekledikten sonra elçilik görevlileri geldi.
Hep konuşuyor hem de valizlerimizi bekliyorduk.
Dakikalar geçmesine rağmen valizler bir türlü uçaktan indiremediler.
Elçilik görevlileri “Valizleri biz getiririz, siz otele yerleşin isterseniz” dediler.
Sağdan direksiyonlu 70’li yılları andıran bir minibüs ile şehrin en iyi oteline gittik.
Büyük bir avlunun çevresine kerpiçten yapılmış birbirine Ulalı odaları gösterdiler.
-Oteliniz burası, burada kalacaksınız…
Otelin işletmecisi Hindistanlı biriydi.
Odasına girince akrep gören bir arkadaşımızın dışarı fırlamasıyla telaşlanmayan kalmadı.
Planlar kuruldu ve yatacağımız yatakların ayaklarına pet su şişelerini keserek yarı sulu olarak yerleştirdik.
Akrep falan gelirse suya düşüp bize ulaşamasın diye.
Kahvaltı yapamadım, kendimi dışarı attım.
“Kaybolursun” diyen arkadaşlar oldu. Otelin kartvizitini alarak dışarı çıktım.
Hem fotoğraf çekiyor hem de çevreyi tanımaya çalışıyordum.
Bir hafta kaldığım süre içinde ne gördün derseniz;
Sokakta tank kalıntıları ve bu kalıntılar arasında top oynayan çocuklar.
Bazı binaların önünde devasa beton bloklar ve kapılarında kalaşnikoflu insanlar.
Hurdacılarda uçak kalıntıları.
* * *
Röportaj yapıyorum, yaşlı ve beyaz sakallı bir amca soluksuz anlatıyor.
-35 yıldır Sağlık Bakanlığında şoför olarak çalışıyorum aldığım para aileme yetmiyor.
-Aylık kaç para maaş alıyorsun?
-40 Dolar…
* * *
Rütbesinden subay oldukları anlaşılan iki kişiye röportaj yapıyoruz…
-Evet aldığımız para diğer memurlara göre güzel ama bize de maaşımız yetmiyor?
-Güzel maaş aldığınıza göre siz kaç para alıyorsunuz?
-100 Dolar…
* * *
Sokaklarda kaldırım diye bir şey yok.
Trafik ışığı diye bir şey yok…
Kavşaklarda polisler sadece düdük çalıyor, çok kızarlarsa araçlara ellerindeki coplarla vuruyorlar.
Polisin ceza kesmesi söz konusu değil.
Her sokakta simitçi tezgâhları gibi seyyar döviz büroları (!) var.
Taksiler ve binek otomobiller Türkiye’nin 70’li yıllarını andırıyor.
Minibüslerin tepelerinde otomobillerin bagajlarında bile insanlar yolculuk yapıyor.
Çok lüks birkaç araç gördüm. Onlar da uyuşturucu kaçakçısı olanların (mış)…
30 yıl Rusya ile savaşmışlar, sonra ABD ile.
Yaşayanların tamamı savaşı görmüş ve yaşamış, yaşamaya devam ediyorlar.
Kuzey’de General Dostum Kuvvetleri, diğer yerlerde Taliban.
Anlattığım yer Afganistan’ın başkenti Kabil…
Yöre halkının söylediğiyle Kabul.
Türk askerinin görev yapacağı yer.
Askerimizi buralara gönderip jandarmalık yaptırmaya razı olanlara da Allah akıl fikir versin.
Allah askerimizin yardımcıları olsun.