Ahmet TUNCA


YOLCU İŞİ

YOLCU İŞİ


Yaz geldi.

Corona belasını atlatmaya çalışıyoruz.

Isparta’da oturan yeğenlerin oğlu evleniyor.

Gitmemek bize yakışmaz.

Yol hazırlığı başlıyor.

Arabanın sol tekerinden sesler geliyor. Anladım; bilyelerden birisi deforme olmuş.

Uzatmayayım, sanayiye gidip tandık bir ustaya teslim oluyoruz.  

Arabaya binip kontrol için yollara çıkıyoruz.

- “Sol teker, bilye” diyor usta: “Akşama alırsın.”

Akşam oluyor ve alıyoruz arabayı. Ne yazık ki aynı sesler yine geliyor.

Evden telefon edip, anlatıyorum durumu.

- “Sabah gel, bakarız” diyor usta.

Sabah gidiyoruz. Meğer dün, arızalı olan sol yerine sağ tekerin bilyesini değiştirmişler.

Para! Önemli. Para almaz diye geçiriyorum içimden. İkinci bir parayı yüzü kızarmadan alıyor ve kıçını dönüp gidiyor.

Kazık dediğin böyle olur.

Bıktık bu haddini bilmez seviyesiz tamircilerden.

Yorum sizin.

Yapılacak bir şey yok.

***

Yola düşüyoruz.

Hava sıcak mı sıcak.

Sandıklı.

Güzel ve en büyük ilçemiz.

Ünlülerin yaptıkları trafik kazalarıyla bir ara meşhur olmuştu.

Girişteki köprünün ayağında iki traktör, aniden yolu kesmezler mi!

Traktörcülerin umurunda değil. Sen ecel terleri dökerken onlar ne yaptıklarının farkında değiller. Gülüş çığrış karşı tarafa geçtiler.

***

Arabada şeker hastası var.

Acıktım” dedi.

Şeker hastasının acıkması alarm demektir.

Tehlike yaklaşıyor anlamındadır.

Keçiborlu ilçesi sınırları içindeyiz.

Isparta’da yemek yiyeceğiz ancak, açlığı bastırmak için “Ademoğlu” diye yol üstünde bir tesiste durduk.

Uzatmayayım, sade gözleme istedik.

Atıştırmalık.

Adam kurutulmuş, yufka ekmeğini dürmüş bükmüş, çiçek yağlı tavada biraz daha kurutmuş, dişlerimiz kesmesin diye getirip önümüze koydu. Tabiidir ki yenmiyor. “Bu ne biçim gözleme, bu gözleme değil” dedik. “Bizim gözlememiz böyle” deyip paracıklarımızı aldılar. Hem de yemediğimiz halde.

Yani yine kazıklandık…

***

Eğirdir.

Bence ülkemizin cennet köşelerinden biri.

İkinci gün gidelim dedik.

Güzel bir levrek yiyelim.

Keyfimiz yerine gelsin. Yorgunluğu unutalım.

Vardık.

Lokantaların çoğu, Ada’da kapanmış.

Bir tane açık hava lokantası var.

Yüzlerce kişi gelmiş. Oturacak yer yok.

Levrek dedik.

Bir buçuk saat sonra levrekler geldi.

Levrekler küçülmüş, küçülmüş… Hamsi büyüklüğüne düşmüş.

- “Bu ne” dedik.

- “Levrek” dediler.

Yağda kızara kızara beton gibi olan mini levrekleri (4 küçük adet) sözde yedik.

Geçen yıl 25 lira olan koca levreklerin fiyatları artmış, 50 lira olmuş, yani kazık iki katına çıkmış.

Al sana bir kazık daha.

Sormadan, yormadan, görmeden, anlamadan yapılan işlerin  sonucu böyle kazıklanmakla bitiyor. Bazı esnaflar kendilerini New York’ta zannediyor.

Hani hep derim ya!

İnsan ve insanlık arıyorum.

Bir liralık ekmeği allayıp pullayıp 10 liraya satanın da arabanın tekerini yanlış takanın da levrek yerine takır takır neidiği belirsiz satanda da insanlık adına bir şey kalmamış.

Toplumun çığırından çıktığını bir kez daha anladım.

Esnaf ekmeğini, üçkâğıtçılıkla değil alın teriyle kazanırdı.

Artık suyu üfleyerek içmenin zamanı gelmiş de geçmiş bile.

Vah benim milletime.

Ne hale gelmişiz.